Suriye Senaryosu
BOP projesinin finansörleri ve başçavuşları Suriye’deki iç savaşı boşuna körüklemiyor… Cemal Aktaş birkaç yıldır senaryosu hayata geçirilen oyunu bir paragrafla özetlemiş:
BOP projesinin finansörleri ve başçavuşları Suriye’deki iç savaşı boşuna körüklemiyor… Cemal Aktaş birkaç yıldır senaryosu hayata geçirilen oyunu bir paragrafla özetlemiş:
Adalet ve merhamet var aynı zamanda korku var. Belirsizlik ve bilinmezlik insanoğlu için daima korkutucu olmuştur. İlerisini tahmin edememe kendini en kötü olana hazırlamanı sağlar. Dediğim gibi cehennem sonsuz da olabilir olamayabilir de, cehennemden bir çıkarım yapacaksak korkutucu olduğudur. Fakat bunun Allah’ın merhametinden yoksun olacağımız anlamına gelmez.
Şimdi gelelim konumuza, yani “hoca”mıza… Fethullah Gülen bir “din adamı” olduğunu iddia ediyor; etkili bir tarikatın şefidir. Ama “Gülen Külliyatı”nı şöyle kuşbakışı bir gözden geçirdiğimizde, bırakın bilim adamlığını, din adamlığı ile bile açıklanamayacak düşüncelerle karşılaşıyoruz. Fethullah Hoca’da (büyüsel-dinsel) ne ararsan vardır. İşte bazı örnekler:
Siz de askerler gibi “önce vatanı” severseniz, önce “toprağı ve sınırları” severseniz, o “vatanın”, o “toprağın” üstünde yaşayan insanları kim sevecek, kim koruyacak? Niye “önce insan” değil sizin sloganınız? Neden askerî bir sloganı tekrarlayıp duruyorsunuz? Niye “önce insanları”, “önce ailenizi”, “önce işinizi” değil de “önce toprağı” seviyorsunuz? Çünkü, bu toplum sizden bu askerî klişeyi tekrarlamanızı istiyor.
Başbakan Erdoğan Türkiye’yi uluslar arası güçlerin istediği şekilde ve onların desteği ile buraya kadar getirmiştir. Eğer bu noktada bir tıkanma varsa –ki öyle görünüyor- bunu Gezi Parkı protestolarına yazmak en hafif deyimle ahlaksızlıktır, asıl oyun ve tuzak budur. Ekonomide yaşanalar, dışarı kaçan milyar dolarlar, dengelerin bozulması, krizin kapıda olmasının nedeni AKP’nin Türkiye’yi eklemlediği neo-liberal sistemin kendisidir. Şimdi faturayı Tayyip Erdoğan’a yükleyip onu göndermeye çalışıyor olabilirler. Bunu Türkiye ve dünya ilk defa görmüyor.
Nakşibendi şeyhi Şeyh Sait’in 1925 yılında başlattığı isyan önce 7000 daha sonrada 30.000 kişiye ulaşmış bir hareketti. İsyanın amacı Sultan Abdülhamid’in oğlu Mehmet Selim Efendi’yi başa geçirmek, böylece saltanat ve hilafeti tekrar geri getirmekti.
Görüldüğü gibi 10 maddeden sadece 2 tanesi doğru çıktı. 8 tanesi yalan çıktı. Yüzde olarak yalan oranı % 80 doğru oranı % 20.
Gelelim Avrupa ülkelerine, Tayyip’in o yakalamayı düşündüğü Avrupa ülkelerinin bir gayri safi milli hasılalarına bakmanızı tavsiye ederim… Bir de tabi kişi başına düşen gelire, nüfuslarına ve aynı zaman da adaletli gelir dağılımı endekslerine (gini katsayılarına), yaşam kalite endekslerine, dünyadaki demokratikleşme sıralamasındaki yerlerine, medya özgürlüğü verilerine vs…
Bunların Türkiye dedikleri ekonomi ABD nin Illinois eyaleti (ki iflas etmiş bir eyalettir her kurumu ile) kadar üretemeyen bir ülke… ABD de 50 eyalet var… Bu eyalette bunlardan biri… Diğerlerine girmiyorum bile…
Başbakanın vizyonu sadece yurt dışında istenmeyen işlerin Türkiye ye gelmesine kafi gelen bir vizyon… Başbakan ülkeyi, gemi sökümünde bir numara yapar… Kimsenin istemediği boktan, riskli, sigortasız çalışan gerektiren işlerde… Başbakan hastane açmak ile ülke gelişecek saniyor, vizyon bu kadar.
Yüzyıllardır geliştirdiğiniz hadis usulleri, cerh ve tadiller, metin tenkitleri, ravi analizleri, Kuran’a arz yöntemleri işe yaramadı mı Hatipoğlu? Doğruları ve yanlışları birbirinden ayıramadınız mı? Dinin kaynağı olduğunu iddia ettiğiniz hadislerden hangilerinin gerçekten peygambere ait olduğunu, hangisinin uydurma olduğunu bir türlü tesbit edemediniz mi? Beceremediğiniz ve asla da beceremeyeceğiniz beyhude bir çabanın hezimetini omuzlarımıza bırakıp “buyrun siz ayırın doğruyu yanlıştan” demeye utanmıyor musunuz? Biz hadis çöplüğünde peygamber arayan zavallılardan olmadık ve olmayacağız çünkü biz biliyoruz ki, Allah’ın kitabı yeterlidir ve en güzel hadis Kuran’dadır.
Yukarıda yazılanların hangilerini sevdiğini bilmiyorum. Açıkçası çok da önemsemiyorum artık. Kardeşine düşman gözüyle bakmandan sıkıldım, kendini bu ülkenin sahibi sanmandan bıktım. Hangi siyasi ideolojiye mensupsun umrumda değil ama hangisinden olursan ol, bu ülke sadece senin değil. Bunu bil. Akan nehrin sesini, açan çiceğin kokusunu ben de en az senin kadar, sen de en az benim kadar seviyorsun. Doğan güneş sadece beni değil, seni de ısıtıyor. Attığın gaz bombası da olsa, taş da olsa kafamıza vurduğunda, sen de ben de “Aahh” diye inliyoruz.
Zamana çok mu aykırı duruyorum, düşünmem lazım. Milli hareketlerin dünyayı alt-üst ettiği bir zamanda biz ümmet ve din hassasiyetlerini öne çıkardık, yanıldık, yanıltıldık. Şimdi ise ulus-devletlerin tarihte kaldığı söylenerek yine de bu taleplerimizin dumura uğratıldığını görüyoruz.
Şunları biliyor muydunuz?
Evet; İslam Tarihi dersi benden alınmıştı! Neden? Gözbebeğimden sakındığım öğrencilerimi, verdiğim dersle böldüğüm için! İsnat çok ağırdı. Talebim üzerine Dekanlık, Bölüm Başkanına resmi bir yazı gönderdi. Kısaca kendisine dedi ki; “gerekli işlemleri yapmak üzere fakültemiz öğretim üyesi Ali Galip Baltaoğlu’nun öğrenciyi derste böldüğüne dair isnadınızın delillerini dekanlığımıza gönderin” Gizli kapaklı rapor yazanlar açısından ortalık karışmıştı. Muhtemelen yazıyı yazan bölüm başkanı, dekanın kendini zor duruma düşürmek için böyle bir yazıyı yazdığını düşünüyordu. Çünkü bugüne kadar işleri böyle yürütmüş, insanlar aleyhine kişilik haklarına saldırı niteliğinde raporlar yazmıştı. Gıyapta ve kişiden gizli olarak gerçekleştirdiği bu eylemlerden dolayı da o güne kadar kimse kendisine ne yapıyorsun dememişti! Yaptığı şey her neyse işinin bir parçasıydı! Belki de asıl işi buydu ve geldiği yere, böyle emek mahsulü rapor ve yazılarıyla gelmişti, bilemiyorum. O yaptığı eylemde bilim adamlığına ters bir şey görmüyordu. Şimdi dekanın yazdığı bu resmi yazı da ne oluyordu? Niye bu iş açığa çıkartılıyordu?
Barış ve Anadilde Savunma konusu kapsamında geçtiğimiz Kasım ayında İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal’a gönderdiğim ve hala cevabını almadığım bir e-postayı sizinle paylaşmak istiyorum.
SORU: Ne yani? Bunca genç boşuna mı öldü?
CEVAP: Sorulması gereken asıl soru bu değildir. Asıl soru şudur: Dolu ya da boş, gençler ölmeye devam etsin mi, etmesin mi?
Sizin 19 iddianız ve akabinde iki ayeti dışlamanız beni çok tedirgin ediyor. Ne bileyim, bira fabrikasından ve kendine elçi diyen bir meczuptan(Reşat) hayırlı bir mucize çıkmaz gibi geliyor. Zeki birisi olduğunuz yazılarınızdan belli. Ama şeytan da en çok zeki insanları dürtüyor gözlediğim kadarıyla. Dolayısıyla 19 kitabınızı okumak konusunda ürkek davranıyorum. Şimdilik her farklı görüşe (zihnen) eşit mesafede kalmayı ve temkinli olmayı seçiyorum. Allah hepimize hidayet nasip etsin. Selamlar.
Tarihi bir “fetiş” hâline getirmek, “putunu kendi yapar, kendi tapar” usulü bir tarih uydurup o tarihe tapınmak, geri kalmışlığın en belirgin özelliklerindendir.
Bu, devlet katmanlarında, döner koltuklarda, makam odalarında, halkın selamlandığı kürsülerde boyuna yeşeren ve tatdıkça artan iktidar şehvetidir. İktidar ile şehvet arasında bu nedenle doğrudan bağlantı vardır. İktidarda emir verirken, şehvette orgazm olurken kendinizden geçersiniz yani huld ve mülk (yıkılmayacak bir hükümranlık) duygusundan bir nebze, bir an yaşarsınız.
Share/Bookmark Sevan Nişanyan’ın Etimoloji Fetişizmi Yasin Çolak 25 Şubat 2013 www.19.org Yeryüzündeki hiçbir dil arı ve katışıksız değildir. Bütün diller az veya çok başka dillerden kelime alışverişinde bulunur. Sosyal, kültürel, felsefik, tarihi, ticari ve dini şartlar bu alışverişin belirleyici kriterleri durumundadır. Adeta yaşayan birer organizma gibi olan diller, hayatlarını devam ettirmek için bu alışverişten …